Yalçın abiyi daha önce DSK Genel Kurulu’nda ve maçlarda gördüğümde asık suratı ile uzak ve mesafeli gelmişti bana. Spor tarihçisi DŞ ’80li Fethi Aytuna’yla portre çalışması için buluştuğumuzda Yalçın abi Fethi’ye “sen çok asık suratlısın, korkarlar senden !” deyince Fethi de “sen de o konuda fena değilsin” deyiverdi. Yalçın abiyi ilk kez o kadar gülerken gördüm. Meğer, Yalçın abiye Fethi, Fethi’ye de Yalçın abi gerekmiş. İki ciddi ifade gevşedi, uzun bir sohbet başladı. Ülke basketbolunun yaşayan büyük ismi Yeniköy Spor Kulübü çay bahçesinde iyi tanınıyor, sözümüz sıkça garsonlarla sohbet nedeniyle kesiliyordu ama keyfli, güzel bir gün geçirdik basketin Granit’iyle… okuması sizden…
Beşiktaş sayesinde futbolcu
1932’de Arnavutköy’de dünyaya geldim. Babam ben üç yaşındayken ölmüş, onu hatırlamıyorum. Annem daha sonra yeniden evlenip İstanbul’dan ayrıldı. Darüşşafaka’ya girene kadar beni anneannem büyüttü. Yine bu semtte oturan Samim Göreç vasıtasıyla basketbol oynamaya başladım. Samim Göreç Türkiye’de basketbolun mimarıdır. Arnavutköy’de otururken pota yaptırmıştık ama saha yoktu. Saha için yukarıdaki koleje çıkıyorduk. İnanmayacaksınız ama potaları yukarıya taşıyarak gider gelirdik.
İlkokulu Arnavutköy’de okudum. Darüşşafaka’ya 1942 senesinde altıncı sınıfta başladım. Toplam altı sene okudum. Pazar günleri okula dönerken Arnavutköy’den Beşiktaş’a kadar yürürdüm. Aynı zamanda futbol meraklısı olduğum için yolun üstündeki Şeref Stadına uğrardım muhakkak. O zamanlar Beşiktaş’ın Sabri, Hakkı, Kemal, Şeref, Şükrü gibi meşhur oyunculardan oluşan takımı vardı. Onları seyrederdim. Biraz ilerde de Kabataş Lisesi vardı. Arkadaşım Ali Kazaz orada okuyordu. Onunla da görüşür okula giderdim.
Kör Galip sayesinde basketçi oldum !
Darüşşafaka’ya geldiğimde futbol sahasının yanındaki kapalı salon vardı ama içi inşaat için kullanılan çimento torbalarıyla doluydu. Basketbol oynamak için onları biz kendimiz kaldırdık fakat aylar boyu her dripling yapışımızda yüzümüze kumlar gelirdi. Bu sırada zannediyorum 9. sınıfa geçmiştim. Basketbolun yanında herkes gibi ben de futbol oynuyordum ve okulun futbol takımında yer alıyordum. Vefa Stadında bir maça çıkmıştım. Sağ açık oynadığım için tribüne yakındım. Kenardan birisi, ‘Nereden bulmuşlar bu adamları?’ diye bağırıp duruyordu. Kim bu adam diye sordum, Kör Galip dediler. Ona hep teşekkür ediyorum. O olaydan sonra tamamen basketbola yöneldim.
Darüşşafaka’da basketbolu Atilla Erten’le kurduk
Bizden önce okulda basketbol oynayan bir tek Cemil Sevin vardı, bizden bir iki yaş büyüktü. O da basketbolu Darüşşafaka’da değil, muhtemelen yazları dışarıda oynarken öğrenmişti. Okulu bitirince Ankara Mülkiye’de oynadı. Onun dışında okulda basketbolu bilen yoktu. Okulda basketbol oynamak için top, ayakkabı gibi malzemelerin hiçbiri yoktu. Samim Göreç’ten istemiştim, o temin ediyordu. Darüşşafaka’da basketbol şubesinin kurulması için çok uğraştım. O zaman iki kişi çok yardım etti; bir tanesi avukat Süreyya Yücelge, diğeri Süha Özgermi. Darüşşafaka’da basketbolun kurulmasında benimle birlikte sınıf arkadaşım Atilla Erten’in de büyük payı vardır. Senelerce onunla yan yana aynı sırada oturduk.
Ali Sami Yen ile tanışma
Darüşşafaka’yı bitirirken Ankara’da Mülkiye’den burs almıştım. O zaman Mülkiye basketbolda kuvvetliydi. (Gençler Mülkiye deyince anlamayabilir, bugün Siyasal Bilgiler Fakültesi olduğunu hatırlatalım.) Orada okumak için ayda 90 liralık burs kazanmıştım. O sırada Galatasaray’ın genç takımında oynuyordum. Turgay Şeren de bizimle beraber Hasnun Galip sokaktaki kulüp binasının üst katında bulunan salonda oynardı. İdarecimiz Turgut Atakol’a Ankara’ya gideceğimi söyledim. Samim Göreç nasıl Türkiye’de teknik adam olarak basketbolun mimarıysa Turgut Atakol da idareci olarak mimarıdır. ‘Seni birisiyle görüştüreyim,’ dedi. Birlikte Hasnun Galip Sokaktaki kulüp binasına gittik. İçeri girince solda küçük bir oda vardı, oraya girdik. Turgut Abi içerideki beyefendiye, ‘Bu Yalçın basketbolda çok kabiliyetli fakat okumak için Ankara’ya gidecek. Oraya gitmesini istemiyoruz, bir çare bulabilir misiniz?’ diye konuştu. Beyefendi, ‘Kaç para burs aldınız?’ diye sordu bana. ’90 lira,’ dedim. ‘Size 100 lira verirsek kalır mısınız?’ diye sordu. Ben zaten İstanbul’da kalmak için can atıyordum. ‘Kalırım,’ dedim. Kapıdan çıktığımız zaman Turgut Abi’ye, ‘Kim bu beyefendi?’ dedim. ‘Ali Sami Yen,’ cevabını verdi.
Jeoloji’de Doçent olmama ramak kala…
Darüşşafaka’yı bitirdikten sonra Ankara’ya gitmeyince burada jeoloji okumaya başladım ve jeolog oldum. Sonra doktora yapmaya karar verdim. Bilecik’te bir yerin jeoloji haritasını çıkaracaktım. Jeolojide en önemli konu fosillerdir. Bir bölgenin yaşı bulunan fosillerden çıkarılır. Köylüler basketbolcu olarak beni tanıyordu. Onlara bir-iki ammonit örneği göstermiştim. Sizin burada bulursanız bana haber verin demiştim. Ertesi sene gittiğimde hepsi bana kendi tarlalarında buldukları yüzlerce fosil getirdi. İstanbul’da kimse bunların yaşını bilemedi. Bunun üzerine Fransa’ya yolladık. Fransa’da bu kadar fosil nasıl bulunur diye şaşırmışlar. Şimdi o fosillerin hepsi jeoloji müzesinde duruyor. Müzedeki en zengin koleksiyon bana ait ama hiçbirini ben toplamamıştım! Basketbola devam etmek için doktorayı yarım bıraktım. O zaman yanında çalıştığım profesör bana çok kızmıştı. Doçent olmama az kalmıştı aslında.
Robert Busnel ile Racing
1952’de Helsinki Olimpiyatlarına katılan milli takıma seçilmiştim. Orada bir adam takıldı peşime, Robert Busnel diye. Fransa milli takım antrenörüydü, sonra FIBA başkanlığına seçilmişti. ‘Seni çok istiyoruz, Fransa’ya transfer edersem oynar mısın?’ dedi. Racing kulübüne gittim böylece. Beni iyi oynadığım için çağırdıklarını zannettim ama mesele yalnız o değilmiş. Busnel beni bütün Fransa’da şehir şehir dolaştırdı. Bileğimi iyi kullanırdım ben. Bilek böyle kullanılır diye herkese gösteriyordu. Bileğin iyi kullanılmasındaki ölçü başparmağın yere bakmasıdır. Benim de başparmağım yere bakıyordu. Monclar diye biri vardı, o zamanlar Fransa’nın gelmiş geçmiş en iyi oyuncusuydu. Onunla aynı takımda oynuyordum. Ben şut atınca, ‘Yeter artık attığın şutlar Yalçın,’ diye bağırırdı.
24 saniye kuralı olmayınca…
Bir müddet Racing’de oynadım. Fakat İstanbul’dan, Turgut Abi’den, ‘dön, sen bize lazımsın, maç var,’ diye o kadar çok telefon geldi ki. Racing kulübü play-off’a kaldı, ben aşağıdan gemiye binerek İstanbul’a döndüm. Buraya geldiğimde galiba Moda maçıydı, o zaman 24 saniye yoktu. Onlar zone yapıyordu. Zone yaptığın zaman potanın dibinde duruyorsun, adam adama oynamıyorsun. O gün topu bana bıraktılar. Ben neredeyse 20 dakika topu elimde tuttum. Sonunda onlar sahayı terk ettiler ve hükmen mağlup oldular. Galatasaray’da oynarken çok sayı attığım için her takımdan birisi benim başıma musallat olurdu ve bu oyuncu beni durdurmak için canı yürekten uğraşırdı. Bunların başında benimle en çok uğraşan yine Darüşşafaka’dan yetişen Mehmet Baturalp’ti. Şimdi beni aradığı zaman, ‘Beni tutmayacaksan gel konuşalım,’ diyorum.
Koçluk yılları
Galatasaray takımının kaptanı Ali Uras doktora yapmak üzere Amerika’ya gitti. Mecburen hem koç hem oyuncu oldum. İkisini birlikte götürmek çok zor oldu. Böylece oyunculuğu bırakıp sadece koç olarak devam ettim. İlk koçluğa İTÜ’de başladım. Oradan Darüşşafaka’ya geçtim. Darüşşafaka öğrencisi olan Şevket Taşlıca ve Nedret Uyguç kulüp takımında da talebelerimdi. 1959-60 sezonunda İstanbul şampiyonu olduk. Galatasaray’ı ve Eczacıbaşı takımlarını çalıştırdım. Şakir Eczacıbaşı bana koçluk teklif etti. Şakir Bey’e ‘Gelmek isterim ama sizin salonunuz yok,’ dedim. Bir sene sonra, ‘Salon yaptık,’ diye bir daha telefon etti. Hakikaten Levent’te şimdi alışveriş merkezi olan yerde fabrikaları vardı. O fabrikanın yanında bir salon yapmışlardı. Orada çalışarak takımı şampiyon yaptık. Kulüp takımlarının dışında milli takımda da hocalık yaptım.
Darüşşafaka’ya ve basketbola hizmet
Ben Darüşşafaka’ya gereği kadar hizmet edemedim. Basketbol şubesinin kurulmasında katkım oldu gerçi ama asıl şimdi Darüşşafaka’ya hizmet etmek istiyorum. İnsanın yaşı ilerledikçe Darüşşafaka’ya olan sevgisi artıyor. Ben bu sene Darüşşafaka Lisesinin takımıyla meşgul olacağım. Önemli olan kızlar. Kızlar işin içine girdi mi iş birdenbire değişiyor. Kız basketbolunu geliştirmeye çalışacağım. Darüşşafaka’ya bu şekilde faydam olabilir diye düşünüyorum.
Darüşşafaka’nın Türkiye’de ilk defa oyuncu geliştirme kampüsü kurma şansı var. Oyuncuların kalacağı yerler, yemekhanesi, yatakhanesi var. Türkiye’de iyi oyuncu var ama büyük oyuncu olamıyorlar. Oyuncu yetiştiriyoruz ama geliştiremiyoruz. Oyuncu bir seviyeye geldiği zaman, ‘Ben oldum, bu kadarı yeter,’ diyor. Darüşşafaka’nın şimdi böyle bir imkânı var. Türkiye’de en iyi oyuncular buradan çıkabilir çünkü kampüs var elinde. Darüşşafaka’nın kampüs imkânları başka kimsede yok. İspanya niye ileriye gitti basketbolda? Amerika’nın en iyi yerlerinde oyuncu geliştirme kampüsleri kurmuşlar. Oyuncuları oraya götürüyorlar. Çift pota oynamadan yalnız fundamental geliştiriyorlar.
Bugün Galatasaray camiası da bir liseye dayanıyor. Darüşşafaka da lise kaynaklı bir kulüp ama maçlara yirmi kişi geliyor. Darüşşafaka camiası parçalanmış bir durumda. Camiayı bir araya getirecek bir yer varsa o da spor salonudur. Darüşşafaka seyircisinin artması için bir faktör takımın başarılı olması, diğer faktör okul talebelerinin basketbolu sevmesi. Çocuklar basketbolu severse maçlara da ilgi artar.
Darüşşafaka’ya sahip çıkın.